rabbim şimdi bir polisi tutuklar gibi
değişik bir hayvan tıkanıyor göğüslerimde
menşei cam çocukların haysiyetiyle
pasiflora anlamında tiren koşayım
koşayım
filmlerin adı bu olsun
şehre laciverd bir ceket gibi yakışsın yağmur
rabbim gör rabbim duy rabbim bağışla
rabbim kızın annesi bankada memur
sol yanlarım cumartesi küle çalışsın
mason teşkilatlara çapsın bisiklet
titreyeyim muştalara sapayım kopkor
rabbim kız okula geliyor, yaşasın cumhuriyet!
işte yeniden gür bir kapsül sürçsün eşikte
al sakallı bir kelebek başlasın bitsin
bu kestiğim son kardeşim surları kesin
hayır judas düğünüme gelmeyeceksin!
semerkandı denetleyen bir dedektif mor
yar göğsüne salmadığım şu pürüz sicim
sakis dahi peşindedir bir kur’an’ım vor
eh onu da siyah kotumla giyeyim rabbim!
rabbim o tarz bir tiyatro gelsin bu şehre
haddinden fazla mermi küvezden seksin
rabbim rabbim ben de sordum sarı çiçeğe
ah beni de şu direğe bağlayın gitsin!
işteşimdi kör bir masat yorumluyorum
ham meçlere seyrediyor gözbebeklerim
öğrettiğin trenlerle baştan çıkayım
lübabeyim lübabesin lübabe rabbim!
31 Ağustos 2016 Çarşamba
10 Haziran 2016 Cuma
Sultandorduncuvites - İkimizin Dünyası
ıslak yanağını yüzümden çektiğinde çıkan “şıp” sesi hala banyodan yankılanıyor. uykularımda tekrarlanan geçmiş her an, çığlık çığlığa her efekt yüzünden sabahları korkunç bir baş ağrısıyla uyanıyorum. azıcık ama hızla akan ırmağın suyuyla koca bir değirmeni döndürmeye çalışan paletler gibiyim; kenarlarım kırık içinde. hangi ayağım sakat hatırlamıyor, büyümem icabedene dek ikisiyle de idare ediyorum.
iyi olmadığımı, içerisine zorla sokulduğum buhranlarla savaştığımı sadece sana kabul ettiremiyordum. çaresiz ama en azından daha rahat hissettiğim günlerdi. seninle geçen huzurlu gezintilerimizden sonra eve döner dönmez yatağa oturup bütün gün söylediklerinden aklımda kalanları not ediyordum. masala benzeyen ama gerçekte kendinle ilgili hikayelerin beni iyileştiriyordu. gözlerine bakarken, “ah!” diyordum içimden, “tüm bunlar keşke benim başıma gelseydi de, şimdi sen bana trampetli, borazanlı, neşeli çocuk hikayeleri anlatsaydın.”
tüm karşılıksızlıkların olmaya razıydım, yapmak istediğim başka işim yoktu, çok seviyordum. dün akşam tertemiz kokulu mağaza vitrininde hissiz bir mankene pantolon giydirmeye çalışırken önümden geçen kalabalığa bakıp “allahımız da yok, bizi kim kurtaracak!” diye bağırarak ağlamaya başladım.
ben ilaçlarımı düzenli almayınca çok daha toplumcu oluyordum, sen o esnada büyük ekranlı telefonuna yazdığın mesajda yaradanına sığınıp bana ilahi bir terk aşkediyordun.
artık hikayemizin nasıl başlayıp bittiğini hatırlamak bile istemiyorum. sana duyduğum sevgiyi bütünüyle unutmanın en kolay yolu; en iyi günümüzün bile böyle berbat oldugunu tekrarlamak.
bana reva gördüğün yokluğunun işkencesini hak etmedim. senden başka kimin ahını almış olabilirim? yahu ben hayatım boyunca fotoğraf çektiren iki sevgilinin arkasından bile geçmedim!
nasıl sonlanacağını bilmeden yaşamamın kimseye faydası yok. taşlı avludan çıkıp önümü ilikleyerek hızlı adımlarla cenazeme gittiğimi hayal ettim. “ölümden büyük mutluluk olamaz, zamanında denemeliydik.” diye geçirdim içimden. merdivenlerinizi çıkıp annenin karnına üç bıçak sapladım. tanıdığım değil, doğurulduğun güne lanetim.
ikimizin dünyasını garsoniyer gibi kullandın. son nefesim kokuyor defolup gidiyorum mahallenden.
iyi olmadığımı, içerisine zorla sokulduğum buhranlarla savaştığımı sadece sana kabul ettiremiyordum. çaresiz ama en azından daha rahat hissettiğim günlerdi. seninle geçen huzurlu gezintilerimizden sonra eve döner dönmez yatağa oturup bütün gün söylediklerinden aklımda kalanları not ediyordum. masala benzeyen ama gerçekte kendinle ilgili hikayelerin beni iyileştiriyordu. gözlerine bakarken, “ah!” diyordum içimden, “tüm bunlar keşke benim başıma gelseydi de, şimdi sen bana trampetli, borazanlı, neşeli çocuk hikayeleri anlatsaydın.”
tüm karşılıksızlıkların olmaya razıydım, yapmak istediğim başka işim yoktu, çok seviyordum. dün akşam tertemiz kokulu mağaza vitrininde hissiz bir mankene pantolon giydirmeye çalışırken önümden geçen kalabalığa bakıp “allahımız da yok, bizi kim kurtaracak!” diye bağırarak ağlamaya başladım.
ben ilaçlarımı düzenli almayınca çok daha toplumcu oluyordum, sen o esnada büyük ekranlı telefonuna yazdığın mesajda yaradanına sığınıp bana ilahi bir terk aşkediyordun.
artık hikayemizin nasıl başlayıp bittiğini hatırlamak bile istemiyorum. sana duyduğum sevgiyi bütünüyle unutmanın en kolay yolu; en iyi günümüzün bile böyle berbat oldugunu tekrarlamak.
bana reva gördüğün yokluğunun işkencesini hak etmedim. senden başka kimin ahını almış olabilirim? yahu ben hayatım boyunca fotoğraf çektiren iki sevgilinin arkasından bile geçmedim!
nasıl sonlanacağını bilmeden yaşamamın kimseye faydası yok. taşlı avludan çıkıp önümü ilikleyerek hızlı adımlarla cenazeme gittiğimi hayal ettim. “ölümden büyük mutluluk olamaz, zamanında denemeliydik.” diye geçirdim içimden. merdivenlerinizi çıkıp annenin karnına üç bıçak sapladım. tanıdığım değil, doğurulduğun güne lanetim.
ikimizin dünyasını garsoniyer gibi kullandın. son nefesim kokuyor defolup gidiyorum mahallenden.
9 Mart 2016 Çarşamba
Enis Akın - Güzel Boşluk
içinden geçilebilen bir özgürlük gibi
gözleriniz
aç parantez
bir sandalın boşluğu
boşluğu bir kadının
yarım bırakılmış bir uçurumun
ya da kurtuluş savaşsız bir türkiyenin
bu kitaba dedi senin adını verdim ey
güzel boşluk
sana
en son kim şiir dedi
gözleriniz
aç parantez
bir sandalın boşluğu
boşluğu bir kadının
yarım bırakılmış bir uçurumun
ya da kurtuluş savaşsız bir türkiyenin
bu kitaba dedi senin adını verdim ey
güzel boşluk
sana
en son kim şiir dedi
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)